St. Petersburg benim için mutlaka görülmesi gereken şehirlerden biriydi. St. Petersburg'la ilk olarak Dostoyevski'nin eserlerinde tanışmıştım. Doğu'nun Venedik'i olarak bilinen St. Petersburg'un kanallarının ve dillere destan mimarisinin gizemi beni adeta kendine çekti. Böylece oğlumuzla ilk yurtdışı gezimizi St. Petersburg'a yaptık. Ahmet Tarık 11 aylıktı ve ben de beş buçuk aylık hamileydim. Buna rağmen, dolu dolu bir gezi oldu benim için. Gezmek için enerji doluydum ve bir şehir keşif için beni bekliyordu.
Gezi öncesi mutlaka araştırma yapar; görülmesi gereken yerlerin, yenmesi gereken yiyeceklerin, alınması gereken hediyeliklerin vs. listesini çıkarırım. Bunun için de öncelikle gideceğim şehri anlatan bir gezi kitabı incelerim. Sonra internetten araştırma yapıp, daha önce bu şehri gezen blog yazarlarının yazılarını okurum. St. Petersburg için de yaptığım hazırlıklarla gezimize başladık. Bu şehre dair ilk izlenimim yüzyıllar öncesine ait muhteşem binaların çok iyi bir şekilde korunmuş olduğudur. Aynı zamanda geniş caddeleriyle, yemyeşil büyük parklarıyla, birçok kanallarıyla, kısalı uzunlu köprüleriyle, muhteşem saraylarıyla ve katedrallerinin şehrin siluetini yansıttığı gri bir şehir. Beyaz gecelerin şehre kattığı masalsı havayı da söylemeden geçemeyeceğim. Gökyüzünde bulutlarla, mavinin, pembenin yaptığı danslardan gözlerimi alamadan Neva Nehri boyunca yaptığım sakin yürüyüşleri de unutmayacağım.
St. Petersburg'da görülmesi gereken birçok eser, müze, park, saray vb. var. O yüzden şehri gezmek ve anlatmak çok zaman alabilir. Peki benim St. Petersburg'um da neler var?
Hermitage Müzesine girdiğim anda bir saraya adım attığımı hissettim. Süs havuzlar, asırlık ağaçlar, muhteşem bir mimari... Hermitage Müzesi çok büyük bir alana yayılmış ve içinde çok önemli eserleri yer aldığı bir müze. Bu müzeyi gezerken de mutlaka görmem gereken eserleri not aldım. Bunlardan biri Raffaello Loggia'ları. Vatikan'dan etkilenilerek yapılan hatta kopyalanan fresklerin görüldüğü bu alan oldukça etkileyici. Bir diğer etkileyici bölüm kışlık sarayların yer aldığı bölüm. Burada şaşaanın, gösterişin abartıldığına şahit olunabilir. Dekorasyonundan gözlerinizi alamayacağınız bu bölümü de gezmenizi tavsiye ederim. Bana göre müzede görülmesi gereken bir diğer yerde pavyon salonu. Dekorasyonunda mermer ve altının buluşmasını göreceğiniz bu salonda, aynı zamanda ünlü Tavuskuşu Saati'ni de görebilirsiniz.
St. Petersburg deyince zihnimde canlanan bir diğer nokta da Nevski Prospekt Caddesi. St. Petersburg'un en ünlü caddesi olan bu cadde, başka şehirlerin ünlü caddeleriyle de hep karşılaştırılır. Örneğin İstanbul'un Bağdat Caddesi gibi denir. Her yerin kendine has bir havası vardır. Ancak buranın kendine özgülüğü farklı, o yüzden caddenin görüntüsü zihnimde hala taze. Geniş ve upuzun bu caddenin üzerinde de görülmesi gereken bir çok yer var: Kazan Katedrali gibi. Yine kanallar üzerinde yer alan cadde, ünlü markaların mağazalarıyla, hediyelik eşya dükkanlarıyla, ve ancak içeri girince kafe olduğunu anladığınız kafeleriyle, restoranlarıyla capcanlı bir cadde.
St. Petersburg'un çevresinde de görülmesi gereken birçok yer var. Bunlardan biri Peterhof Sarayı. Baltık Denizi kıyısında yer alan bu saraya feribotla gidebilir, keyifli bir deniz seyahati de yapabilirsiniz. Yarım saatlik bir yolculuk sonunda çeşmeleriyle ünlü Peterhof Sarayı'na ulaştığınızda muhteşem bahçeler, süs havuzlar, sincaplar sizi karşılayacak. Peterhof'un en fazla görülmeye değer kısmı çeşmeleri. Bu çeşmelerin en göz alıcı olanı da büyük çeşme. Sarayın terasının Finlandiya Körfezi'ne bakan muhteşem manzarası gerçekten görülmeye değer.
Saraylar şehri St. Petersburg'da ziyaret ettiğimiz bir diğer mekan, Gatçina oldu. Huzurun, sakinliğin, durağanlığın hakim olduğu Gatçina'da yer alan Neo-klasik sarayın pencerelerinden muhteşem bahçeleri izleyebilir, sonra göl kenarında yürüyüşe çıkabilirsiniz. Zaten burası da Çar ve ailesi için başkentteki huzursuzluklardan uzak, güvenli bir liman olarak görülmüş. Hala o havanın hakim olduğu saray ve bahçesindeki gezintimiz, güzel bir anı olarak zihnimde hala canlı.
St. Petersburg, kesinlikle masalsı bir şehir. Neva nehri boyunca görebileceğiniz katedralllerin, sarayların, anıtların siluetleri sizi Dostoyevski'nin romanlarına, monarşik imparatorluğun altın çağına götürebilir. Ancak şehrin merkezinde bolşevik devrimi sonrasının izlerini görmek mümkün değil.